Sağlık Haber Sitesi

Haber Takip Merkezi – Güncel ve Tarafsız Haber Sitesi – Ülkenin Nabzını Tutan Site

Gölgeden aydınlığa vakfedilmiş bir hayat

İbrahim Gürbüz’ün İsmail Beşikçi Vakfı (İBV) tarafından yayımlanan otobiyografik üçlemesinin iki cildi aynı anda “Ülkemin Gölgesinde Bir Uzun Yol I/II Vakfedilmiş Bir Hayat” ismiyle okurla buluştu.

“`html

İbrahim Gürbüz’ün Anıları: Zamanın İzleri ve Kültürel Bellek

Çoğu zaman insanlar, zamanı ve tarihi bireysel bir bakış açısıyla deneyimlediklerini düşünürler. Ancak, yaşamın bir parçası olarak başkalarıyla ve içinde bulundukları dönemle bağlantıda olmak gerektiğini, geçmişin izlerine bakarak anlayabiliriz. Tarih, anıların ses, fotoğraf, sanat ve müzik yoluyla biyografik bir niteliğe dönüştürülmesiyle şekillenir. Bu süreçte hatırladıklarımız kadar, unuttuklarımız da zamanın belleklerine yeni izlemler bırakır.

Bir anıyı kaydedip anlamlandırmak için, tanıklık edebileceğimiz her olaya ve kişiye ihtiyacımız vardır. Bu bağlamda biyografik ve otobiyografik eserler, kişilerin deneyimlerinin ötesine geçen bir yolculuğa çıkar. İnsan, birçok hayat hikayesini keşfederken kendi yaşamını yeniden sorgulama imkanına sahip olur ve böylece “kolektif bilinç” dediğimiz ortak hafıza alanına kapı aralanır. Zamanın mekânlarının tanıklığını üstlenenler, bilinç yolculuğuna çıkanları da hafıza kapılarında karşılar. Bu türden tanıklıklardan birini, İbrahim Gürbüz’ün otobiyografik üçlemesinde görme fırsatı buluyoruz.

Gürbüz’ün İsmail Beşikçi Vakfı (İBV) yayınlarından çıkan “Ülkemin Gölgesinde Bir Uzun Yol I. Yaşamın Kıyısında” adlı otobiyografik üçlemesinin ilk cildinin ardından, iki cilt birden “Ülkemin Gölgesinde Bir Uzun Yol I/II Vakfedilmiş Bir Hayat” adıyla okurlarla buluştu.

İbrahim Gürbüz'ün kitabı
İbrahim Gürbüz, İsmail Beşikçi Vakfı Yayınları, 2024

Bu çalışma, 1990’lar ve 2000’ler dönemlerinde Kürt kültür kurumlarının değişim ve dönüşüm süreçlerini, dönemin politik ve sosyolojik dinamiklerini, popüler kültür imgelerini ele alıyor. Gürbüz, Tolstoy’un “Gördüğüm her şeyi akıl değil, yüreğim gösterdi” sözünden yola çıkarak, belleğini ve yüreğini bu çalışmaya katıyor. Kitapta sunduğu belgeler ve bilgiler, yazarın derin bir araştırma yaptığını ortaya koyuyor ve Kürt tarih yazımına değerli bir katkı sağlıyor. Bellek ve tanıklıkların kaydedilmesi, tarihin bir dönemine ‘şimdi’ perspektifinden bakma olanağı sağlarken, gerçek hikayelerin unutulmasını engelliyor. Ortadoğu’nun karmaşık atmosferi, gerçek bir yüzleşme ve kabulleniş gerektiriyor. Bu çalışma, ülkemizde yaşananları; politik, kültürel ve sosyolojik açılardan önemli bir bellek olarak sunuyor.

Yeniden İnşa Süreci

Geçmişi doğru bir şekilde anlamak için belirli bir kimlik gerekli değildir ama Şebnem İşigüzel’in de belirttiği üzere “Her insanın hayatında memleket tarihi gömülüdür.” Gürbüz, kendi hayatındaki bu kültürel gömme süreçlerini keşfetmek için cesur adımlar atıyor.

Bir coğrafyada hakikatin eğilip büküldüğü, baskı ve şiddetin egemen olduğu durumlarda devlet, çoğu zaman yapay karanlık bir boşluk gibi görünür. Gürbüz, bu karanlıkta yaşananları ve çoğu zaman belirsizliklerle sınanan gerçeklikleri belgeleriyle aktarıyor. Kürtlerin ve Kürtçenin geçmişteki zorlu süreçlerini sergilemek, bu araştırmayı daha da kıymetli hale getiriyor. Kültürel öğelerin yok edilmeye çalışılması, Kürt toplumunda ciddi tahribatlara yol açmış görünüyor; ancak maddi ve manevi değerlerin yeniden inşası umut verici bir gelişme. Gürbüz, bu süreçte hem bireysel yaşam öyküsünü aktarıyor hem de hafıza işlevini üstleniyor. Unutma eğilimleri, Kürtlerin ve Kürtçenin kurumlaşmasını yavaşlatarak gecikmelere sebep olmuştur. Kitap, bu gecikmelere dair nedenleri derinlemesine incelediği için önemli bir kaynak olarak ortaya çıkıyor.

Gürbüz, kolektif bir perspektife odaklanarak, Kürt kültüründeki canlanmayı destekleyen birçok kuruluşun yeniden diriliş hikayesini anlatıyor. Gözetim ve denetim mekanizmalarının çatışma içinde olduğu Kürt kimliği, insan hakları ve demokratik mücadeleyle birleşerek, yazınsal bir dille ifade edilmeye çalışılıyor. Jacques Rancière’ın vurguladığı üzere, “Devlet uygulamaları, yaşam alanımızı daraltan bir olguya dönüşüyor.”

Gürbüz, cezaevindeki deneyimlerini önemli bir muhakeme alanı olarak görüyor. Sanatın ve kültürel belleğin sürekliliğine ve gücüne olan inancını, cezaevi sonrası yaşamında da uygulamayı hedefliyor. Acı ile sanatı bir araya getirmenin önemine vurgu yapmasına rağmen, bu sürecin nasıl ifade edileceği konusundaki tartışmalardan uzak kalıyor.

Kitabın ilk bölümünde, Osmanlı İttihat ve Terakki dönemi ve Cumhuriyet dönemi boyunca Türkiyelileşme olgusuna dair önemli bilgiler mevcut. Ayrıca, bu süreç içerisinde kurulan cemiyetlerin (Kürt Azmi Kavi Cemiyeti, Kürt Teavun ve Terakki Cemiyeti gibi) faaliyetleri hakkında kapsamlı bilgiler sunuluyor.

Bu bilgiler, kültürel çalışmaların birleştiği alanları işaret ediyor. Zira, bir toplumu özünden uzaklaştırmanın ilk adımı, kültürel unsurların deformasyona uğramasıdır. Gürbüz, “Osmanlı döneminde, Osmanlılaşma adı altında Kürtler, Ermeniler ve Türkler asimile edilmeye çalışıldı. Günümüzde de benzer bir çaba, Türkiyelileştirme adı altında Kürtlere uygulanıyor.” diyerek yozlaşmanın dinamiklerini anlatıyor.

Hayallerimin Gerçekleşmesi

Kültürün geliştirilmesi ve yeni nesillere aktarılması, gelecekteki nesillerin tarihi anlaması açısından hayati bir öneme sahiptir. Bu bağlamda, kitabın ikinci bölümünde “Hayallerimin Gerçekleşmesi” başlığı altında, yapılan kültürel kurumlaşma çabaları ön plana çıkıyor. “Kültür” kelimesinin kökeni Latince “cultura” terimine dayanırken, bu terim, toprağı işlemek ve yaşam vermek anlamına gelir. Yazar, toplumsal belleğin unutulmaması gerektiğini savunarak, bu sürecin uzun soluklu bir çalışma ile yeniden diriltilmesi gerektiğine inanıyor.

Kurumsal çabalar arasında “Yukarı Mezopotamya Kültür Merkezi” dikkat çekici bir yere sahiptir. Gürbüz, bu merkezin kuruluş sürecini anlatırken, sanat, tiyatro, resim gibi birçok kültürel disiplinin bir araya geldiği zengin bir yapı oluşturduklarını belirtiyor.

Bundan özellikle müzik alanında birçok Kürt sanatçının toplumla buluşma fırsatı olduğuna vurgu yapıyor. Örneğin Ayşe Şan gibi değerli sanatçıların yaşarken yeterince takdir görmediği, ancak ölümünden sonra hak ettikleri değerin hatırlanması gerektiği belirtiliyor. Ayrıca bu bölümde, Agirê Jiyan, Koma Çiya, Koma Rojhilat gibi önemli sanatçılar ve müzik gruplarına dair bilgiler veriliyor.

“Vakfedilmiş Bir Hayat” üçlemesinin her bölümü kendine özgü bir kıymet taşıyor. İstanbul Kürt Enstitüsü, Kürt Kültür Vakfı ve Mezopotamya Kültür Vakfı gibi kurumların tarihine dair bölümlerde, vakıfların kuruluş aşamasında karşılaşılan zorluklar da detaylı olarak ele alınıyor.

Gürbüz, çalışmasında sadece Türkiye ile sınırlı kalmadan, Irak ve Suriye’de gerçekleştirilen ziyaretlere ve bu bağlamda yapılan görüşmelere de yer veriyor. Mezopotamya Kültür Merkezi (MKM) ve Kürt Enstitüsü heyetinin 1990’lı yıllardaki kültürel birliği sağlama çabaları, önemli bir arşiv niteliği taşıyor. 1990’lı yıllarda İstanbul’da kurulan diğer kültürel ve sanat kurumlarına da yer vererek, kültürel çalışmaların parçası haline gelmiştir. Bunlar arasında Kürt Kav, Halk Kültürünü Araştırma ve Yaygınlaştırma Derneği gibi kuruluşlar bulunmaktadır. Ayrıca, “Kültürel Çalışmada Yol Arkadaşlarım” başlıklı bir bölüm de dikkat çekiyor.

Üçlemenin her kitabında yer alan fotoğraflar, yazarın anıların yaşandığı zaman diliminde oluşan düşünceleri bugüne taşımaktadır. Fotoğraflar metinlerin gerçekçiliğini artırırken, dönemin ruhunu daha iyi anlamamıza olanak sağlıyor.

Gürbüz, çeşitli konferanslarda Noam Chomsky, Yaşar Kemal gibi önemli isimlerle gerçekleştirdiği görüşmelere de yer veriyor. Kürt kültür kurumları üzerindeki çalışmalar sırasında, siyasi şahsiyetler ve Kürt sanatçı, yazarlarla yapılan röportajlar, birçok dikkat çekici noktayı bir araya getiriyor. İkinci kitapta, Yaşam Radyo ve İsmail Beşikçi Vakfı hakkında bilgi veriliyor. İBV’nin kuruluş süreci, Kürdoloji çalışmalarının geliştirilmesi açısından önemli bir yer tutuyor.

İbrahim Gürbüz, kapsamlı bir çalışma sunmanın ötesinde, güçlü bir arşiv oluşturarak okuyuculara yakın tarihine dair değerli bir kaynak sunuyor. Biyografi yazımını derinleştiren anlatım tarzı ile “Vakfedilmiş Bir Hayat”, okurlar için önemli bir başvuru niteliği taşıyor. Halbwachs’ın belirttiği gibi, “Anıyı anlamlandırmak için, zamandaki yerini bildiğimiz diğer anılarla ilişkilendirmek gerekir.”

“`